3 Kasım 2012 Cumartesi

AŞK

Aşk kelimesi Arapça “âşekâ”dan gelirmiş. Aşekâ, bir ağacı saran, besinini ağaçtan alan ve zaman içinde ağacı kurutarak öldüren sarmaşığa denirmiş.

Benim aklıma pek uymadı bu. Aşk insanı güzelleştirir, hayata bağlar, canlandırır, umut olur, mutlu eder, cıvıldatır...
Yanlış mı düşünüyorum?

2 Kasım 2012 Cuma

insanlar eksiliyor--insanlar ekleniyor

İnsanlar ekleniyor hayatına, insanlar eksiliyor.
Sen bir kalabalıktan bir başka kalabalığa çokta farketmeden geçiyorsun.
Birileri senin hayatından çıkıyor, sen birilerinin hayatından çıkıyorsun.
Teninin bir parçası olmuş niceleri uzaklaşıyorlar.
Bir zamanlar adını bile bilmediklerin ise daha sonra en mahrem gülüşlerinin sahibi oluyorlar.
İleriye baktığında, geçmişin gölgeleri kaçınılmaz olarak düşüyor geleceğin üstüne.
Gitmiş olanları hatırladığında, gidecek olanları da düşünüyorsun.
En yakınından bile uzaklaştırabiliyor bu düşünceler.
'O da eksilecek mi hayatımdan' diye soruyorsun kendine...



huzurla...


Kimseleri tanımadığım, uzak, ne sıcak ne soğuk bir yerde, beyaz çarşafların serili olduğu, dışarıdan içeri sızan ışığın loşluğuyla uyumak istiyorum... 
Cep telefonsuz, internetsiz... 
Merak edecek birileri olmadan, herkesi herkese emanet etmişliğin huzuruyla uyumak... 
Uyandığımda gülümseyebildiğim.

Ömrümden eksik olmasınlar...


Düşünüldüğünü bilmek kadar bir insanı ne mutlu eder acaba? Beni etmez. Öyle eminim ki bundan, hiç tereddütsüz söylüyorum: Beni düşünen birilerinin olduğunu bilip buna güvenmekten daha içimi mutlu edecek bir şey yok bu hayatta. 
O yüzden o insanlara sık sık ömrümden eksik olma diyorum...

HAYAT BAZEN BÖYLEDİR...


Çok güzel bir çizim değil mi? Görünce bayıldım. 
Gerçekten hemen herkes eminim bu resimde anlatılanı bir gün hissetmiştir. 
Dilerim bu his kısa sürer ve dileklerimiz, umutlarımız bizim yüzümüzü güldürür...

1 Kasım 2012 Perşembe

Anlarsın...

Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın
Cahit KÜLEBİ



Kaybedenler - Kazananlar



Geçen gün defterimi karıştırırken aldığım çok güzel bir notu buldum. Mümin Sekman’ın bir makalesinden almışım bu notu. Öyle bir zamanda karşıma çıktı ki, sanki bana bir işaret gönderilmiş gibi hissettim. 7. madde özellikle sanki benim sorunum gibi geldi.
İşte kendi düşüncelerimle birlikte aldığım notun özeti:
Kaybeden ve kazanan olanların 10 özelliği şunlarmış;

  • İç disiplin yetersizliği yani iradesizlik…
  • Zaman kullanım bilincinde zayıflık. ( unutmayın başarılı ya da başarısız olan herkesin 24 saati var)
  • Başarıyı dış faktörlere bağlama. ( Bunu çok güzel bir sözle açıklamış: Başarı tamamen şansa bağlıdır, inanmıyorsanız başarısızlara sorun. – Bernard Show )
  • ‘-saydı’ tipi düşünmeye yatkınlık. ( şöyle olsaydı, böyle olsaydım şeklinde. )
  • Arabeskleşmeye yatkınlık. ( Arabesk hayat görüşü sürekli “başarısızlık beklentisi” içindedir. Anlamaya çalışmak yerine alınır, eziklik ve ezme güdüsü ile “doğru dozda tavır” sorunu vardır. )
  • Atalet ve Tembelliğe yatkınlık. ( Ölü toprağı serpilmiş olma durumu. )
  • Kaybetme korkusundan kazanmaya kalkışamama. ( Ya başaramazsamdan ziyade ya başarırırsam ve bu durumda samimiyetimi kaybedersem, başarılı olunca arkadaşım dediklerim aslında çıkarları için yaklaşırsa, zirvede kalamazsam, gördüğümden eksik kalırsam. )
  • Psikolojik iç sabotajlara yatkınlık. (  Beyin ikiye ayrılmış gibidir, biri inşa ederken diğeri imha eder. )
  • Kendini geliştirmeye kapalılık, kurnazlığa yatmak. ( Ege Cansen’in deyişi ile “Bilgi açlığını kurnazlıkla, beceri yetmezliğini de kabadayılıkla kapatma” durumu. )
  • Başarı hakkında yanlış yargılara sahip olmak. ( Futbol ve siyaset gibi başarı hakkında da herkesin yalan yanlış fikirleri var. Bazen başarı hakkında bildikleri unutmak gerekir. Bu sanırım bakış açısını değiştirmek anlamını da kapsıyor. )


Ne güzel şiir değil mi? Şairi kim bilemedim ama gerçekten çok güzel, çok anlamlı...


Bilinçaltı ve Vicdan

Aşağıdaki yazıyı internetten bulup kaydetmiştim. Ne yazık ki kaynağını bilmiyorum ama muhteşem bir yazı. Mutlaka ama mutlaka sonuna kadar okuyun. Çek anlamlı ve çok doğru bir yazı.

İnsanın insana yaptığını kimse yapmıyor. Çok akıllı varlıklarız, doğru. Zekamız yüksek ve aklımızı kullanabilmek, bizi diğer canlılardan çok öteye taşıyor, ona da tamam. Gelin görün ki, çok büyük bir zaafımız var. Duygularımız... Bir insan diğerini kendine köle edebilir. Ya da ona kolaylıkla acı çektirebilir. Bağımlılık yaratabilir. Hatta ve hatta beynini yıkayabilir. Bütün bunlar için sadece duygularıyla oynaması yeterlidir. İnsanları, üzerinde çeşit çeşit düğmeleri olan bedenler olarak hayal edin. Ama bu düğmeler öyle yüzeyde değil, çok çok derinlerde saklı olan derin duygulardan oluşuyor. Hepsi değil, bazıları tehlikeli. Hangileri mi? Suçluluk mesela... Kendine ya da başkalarına acımak, yani kurban psikolojisi... Bu iki tehlikeli duygu, birbirini tetikler. Sizin bilinçaltınızda vicdan azabı ve suçluluk hislerine meyil varsa, birisinin size kendini zavallıymış gibi göstermesi, sizi adeta bir emir kuluna çevirebilir. Örnekleri çok. 

Mesela anneler... Bazen çocuklarına öyle bir bakış fırlatır, konuşurken öyle ince ve ustaca bir kelime kullanıverir ki, kendinizi kurtaramazsınız. Kalbinize bir bıçak saplanıverir. Ben çok örnek gördüm, 40 yaşına gelmiş ve Halâ evlenmemiş kadınların bilinçaltından, genç yaşta dul kalmış annelerinin mutluluğu için kendilerini feda etmeye çalıştıkları çıkmıştı. Eğer birisine acıyorsanız, muhakkak derinlerde bir yerde suçluluk duygunuz da vardır. Bu iki duygu bir zincirin halkası gibidir. Birbirini tetikler. Özellikle de kadınlar bu ince sanatı çok iyi bilir. Çoğu zaman eski nesillerde, çocukları cezalandırarak yetiştirirdik ki, yetişkin olduğunda onları bu duygularla dizginleyebilelim. Bir başka düğme, korku, endişe, panik... Bu düğmeye basmak isteyen biri, öfke duygusunu kullanır. İkisi birbirini tetikler. Savaşmak, caydırmak, korkutmak isteyen biri, karşısındakine çeşitli yöntemler uygulayabilir. Örneğin suskun kalıp konuşmamak, bir cezalandırma yöntemidir. Ya da bağırmak. Azarlamak. Herkesin yanında küçük düşürmek. Eleştirmek... Karşımızdakini korkutur. 

BİLİNÇALTI ÖNEMLİ 
Bu mekanizmayı erkekler de iyi bilir. Ben nice üst düzey yönetici, yüksek okul mezunu kadın bilirim, eşinin sözel tacizlerinden dolayı sinmiş, sadece onun kurallarına göre yaşayan... İşin kötü tarafı şu; biz hepimiz aslında yukarıda anlattıklarımı biliyoruz, öyle değil mi? Ama bilmek yetmiyor işte. Biri sizin duygu düğmelerinize basmaya devam ederse, ona bütün gücünüzü teslim edersiniz. Ben nice koskoca üst düzey yönetici, güçlü, kerli ferli adam biliyorum, karısından boşanmak istediği, evleri çoktan ayırdığı halde, duygu sömürüsü yüzünden boşanmaya cesaret edemiyor. O koskoca holdingler yöneten, onca paranın ve insanın sorumluluğunu alan dağ gibi adam, vicdan azabı ile küçülüyor. Mutluluğunu erteliyor. Hayatını boşa geçirebiliyor. Peki o koskoca adam bunu bilmiyor mu zannediyorsunuz? Elbette biliyor. Her şeyin farkında. Ne yazık ki, akıl yetmiyor işte... Bilmekle dönüşüm olmuyor. Başka çalışmalar da yapmalısınız. Örneğin, vicdan azabını size hissettiren, bilincinizden bilinçaltınıza inen düşünce zincirindeki bazı hatalı halkaları değiştirmek gibi... Neden bilinçaltı? Çünkü henüz mantığımız oluşmamışken edindiğimiz inançlardan bahsediyorum da ondan. Duygunun içine girip hissederken onu değiştirmelisiniz. Başka çaresi yok. Duygularınızın patronu olmalısınız ki hayatınızın da patronu olun... Bilinçaltı kelimesinden korkacağımıza, artık yavaştan buralarda gömdüğümüz düşünce sistemlerini kıralım. Bizi köle eden, başkalarının insafına bırakan duygularımızadan kurtulalım. Özgürleşmemiz ve mutlu yaşamamız dileğiyle...

Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane...

Aşağıdaki kahve yazısını bulunca bayıldım. Çok severim kahve içmeyi. Aslında sırf içmeyi değil, hem içmeyi hem fal kapamayı hem de fal bakmayı severim. Kahve içmek çok özeldir benim için. İllaki bir seremonidir. Yemek sonrası keyiftir, arkadaşla zevktir, yalnızken hüzündür... 


Her kahve aynı tadı taşımaz...
Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir... 
Sahilde oturduğun rüzgarlı bir sonbahar günü, en sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahvenin tadı kederlidir... 
Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır. 

Bir pazar öğle sonrası annenin 'hadi bir kahve yap da içelim' dediği kahve huzurludur...
Köpükler annenin göz bebeklerine yansır...
Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir...
Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma çabasıdır...
Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın ...
Çıktığın an uyuyakalırsın...
Ferahlıktır!!!
Dostlarla içilen kahve neşedir...
Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer...
Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır...
Acıdır tadı... Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır...
Baban için yaptığın kahve sevgi doludur...
Çay bardağında, az şekerli...
Kahve gibi görünmez sana...
Ama sıcaktır, dumanı tüter ve kokusu büyülüdür...
Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır...
Isıtır insanın içini...
Yorgun olduğunda içtigin kahve hafifletir seni...
Kendine getirir, unutturur günün ağırlığını...
Kahve aynı kahvedir belki...
Köpüğüyle,
Rengiyle,
Dumanıyla aynı kahvedir ama,
İçilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer,
Ve tadları değişir...
Her kahve aynı değildir bu yüzden.
çok güzel çok...http://www.youtube.com/watch?v=adGHbyF2_VA&sns=fb

Ve Kasım

Hüzün ayı Kasım. Belki Kasım doğumlu olmamdan dolayı, belki de kışın gelişinin kesin tarihi olduğu için bu verdiği hüzün.
Dilerim 2012 Kasım'ı hüzünleri neşeye, umuda, kavuşmaya, başarıya götüren bir ay olur.
Şimdi size, hayatımdaki gerçek dostlarımdan birinin benim için yazdığı şiiri yayınlayayım. Her okuyuşumda ağladığım şiirim.

Ağla kuzucuk ağla
Ağlamak insancadır
Korkma, gözyaşları üşütmez
Bırak tutalım incilerini
Üşürsen seni dostça saralım
Ağla artık ağla kuzucuk
Ölümden başka her şey yalan
A.Y.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Merhaba


Yıllar sonra yeniden merhaba. 

Uzun süredir blog uygulamasını kullanmıyordum. Bir süre önce yeniden başlama kararı aldım. Dilerim ilk blogculardan biri olarak yine aynı performansı tutturup sizlere bağımlılık yaratabilirim.
Şimdilik sevgiyle kalın ve hep bloğumda olun.
Nazgâh